En güzel yeşil hangi yeşil?

Eğer size bir şans verilse, nerede yaşamak isterdiniz?

Türkiye'de en çok görmek istediğiniz bölge neresi?

24 Mayıs 2010 Pazartesi

ÖLÜDENİZ

 

Ölüdeniz, Fethiye

Ölüdeniz, Muğla ilinin Fethiye ilçesine bağlı bir beldedir. Ölüdeniz kumsalı yüzde seksen iki oyla 2006 yılında dünyanın en güzel kumsalı seçilmiştir.
Belde, turizm açısından oldukça gelişmiştir. Likyalılarda ışık ve güneş diyarı, Ortaçağ'da "Uzak Diyar" olarak tanınır, Anadolu'nun güneybatısında yer alan Teke Yarımadası'da bulunur. Türkiye'de bulunan deniz kulağı (lagün) oluşumlarından biridir.
Ölüdeniz, adı gibi durgun bir göl niteliğindedir. En fırtınalı günlerde Belceğiz kıyıları dalgalarla boğuşurken, Ölüdeniz'de sadece çırpıntılar meydana gelir.
Ancak durgun gibi gözüken Ölüdeniz, gözle görünmeyen üç nedenle kendini hemen her gün yenilemektedir. Bunlardan ilki, Ölüdeniz'de mevcut yoğun kaynak suyu çıkışları, dipte içeriden açıkdenize doğru bir akıntı yaratmaktadır. İkincisi, bu kaynak sularının yarattığı tuz farkından dolayı açıkdenizden içeriye ve dışarıya devamlı bir sirkülasyon oluşmasıdır. Üçüncüsü ise gel-git etkisi ile iki-üç günde bir deniz ortalama yarım metre yükselir ve alçalır. Bu da büyük miktarda deniz suyu giriş ve çıkışı sağlamaktadır.

Ölüdeniz'e adını veren efsane 

Belcekız adı da bir efsaneye dayanıyor. Eski çağlarda buralardan geçen gemiler açıkta demirler ve içme suyu almak üzere kıyıya sandalla çıkarlarmış. Bir gün yaşlı bir kaptanın genç, yakışıklı oğlu su almak için koya çıktığında güzel mi güzel Belcekız’ı görür. Görür görmez de vurulur. Kızın yüreğine de ateş düşer. Ama delikanlı suyu alıp dönmek zorundadır. Gemi uzaklaşıp gider. Belcekız hep kıyıyı, sevgilisini kollar. Delikanlı da geminin buralardan her geçişinde su almaya gelir. Böylece görüşür, sevişirler. Bir gün gemi buralardan geçerken fırtına patlar. Genç, babasına burada korunaklı, havuz gibi bir koy olduğunu söyler. İhtiyar kurt ise oğlunun gönül macerasını bilmektedir. Oğlunun sevgilisini görmek uğruna gemiyi parçalamayı göze aldığını sanır. Dalgalarla birlikte kavga da büyür baba oğul arasında. Gemi tam kayalıklara çarpacakken kaptan bir kürek darbesiyle oğlunu denize atar ve dümene yapışır ki durumu görür. Deniz dönerek çarşaf gibi bir koya girmektedir. Oğlan orada ölür. Kayaların üzerinde sevdiğini bekleyen Belcekız da kendini kayalardan atıp ölür. İşte o gün bu gündür kızın öldüğü yere Belcekız, oğlanın öldüğü yere Ölüdeniz denir. Günün ilerleyişine göre rengi değişip duran deniz belki de bir oğlana bir kıza yanmaktadır.

  
 Ulaşım ve konaklama

 Beldeye hem kara, hem deniz, hem de havayolu ile ulaşmak mümkündür. Antalya, İzmir, Ankara, İstanbul gibi merkezlerden Fethiye ilçesine düzenli otobüs seferleri yapılmaktadır. Dalaman Havaalanı da beldeye bir saat mesafededir. Fethiye Ölüdeniz arası 12 km'dir. Fethiye'den beldeye düzenli ulaşım imkânları bulunmaktadır.

Beldede nitelikli bir çok otel, pansiyon, ve kamp yeri mevcuttur. Her türlü deniz sporunun yapılabildiği beldede safari, dağcılık, yürüyüş ve rafting yapma olanaklarıyla birlikte Babadağ'dan 2000 metre yükseklikten "Yamaç Paraşütü" ile atlama imkânı da vardır.

KUŞADASI

  Tarihçe 

Kuşadası'nın ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesin olarak bilinmemekte ise de, Efes'e bağlı Neopolis ismi ile İonlar tarafından kurulduğu sanılmaktadır.
Şehir daha önce, Pilavtepe eteklerinde, Andızkulesi denilen yerde kurulmuştur. Bir müddet sonra Bizanslılara ait olan bu kıyılara Venedik ve Cenevizliler, ekonomik bakımdan egemen olmuşlardır. Ulaşım güçlükleri nedeni ile Kuşadası; Andızkulesi mevkiinden alınarak bugünkü yerinde Yeni İskele (Scala Nuova) adı ile kurulmuştur.
Kuşadası'nın adını verdiği Kuşadası Körfezi ve yakın çevresi, sanat ve kültür merkezleri olarak bilinmektedir ve ilk çağlardan beri birçok farklı medeniyeti barındırmışrır.
M.Ö. 3000 yıllarında Lelegler, M.Ö. 11.yy'da Aioller, M.Ö. 9.yy'da İonlar bölgede hakim olmuşlardır. Büyük Menderes ve Gediz Irmakları arasında kalan alan, antik çağlarda İonia adını alır. Tüccar ve denizci olan İonlar denizaşırı ticaret sayesinde kısa zamanda zengişleşmişler ve üstün bir politik güce sahip olmuşlardır. Tarihte "İon Kolonileri" adını alan 12 şehir kurmuşlardır.
Kuşadası, antik çağlarda Anadolu'nun Akdeniz'e açılan başlıca limanlarından biri idi. O devirde Neopolis adı ile anılıyordu. M.Ö. 7.yy.da başkentleri Sardes olan Lidyalılar yöreye hakim olmuşlardır.
M.Ö. 546'da başlayan Pers hakimiyeti, M.Ö. 334'de Büyük İskender'in tüm Anadolu'yu ele geçirmesine kadar devam eder. Bundan sonra Anadolu'da Yunan medeniyeti ile yerli Anadolu medeniyetinin sentezi olarak yepyeni bir çağ, yepyenibir sanat ve kültür anlayışı hakim olur ve bu çağ "Helenistik Çağ" adı ile anılır. Efes, Milet, Priene ve Didim bu devrin en ünlü şehirleridir.
M.Ö. 2. yy.da Romalılar yöreye egemen oldular. Hristiyanlığın ilk yıllarında, Meryem Ana'nın ve havarilerinden St.Jean'ın Efes'e gelip yerleşmesiyle burası bir dini merkez haline gelir. Miletus da Hristyanlık çağında Piskoposluk merkezidir. Bizans Çağında "Ania" adı ile anılır. Kuşadası, ortaçağda korsanlar tarafından kullanılan bir liman olmuştur. 15.yy.da, Venedikliler ve Cenevizliler zamanında şehir "Scala Nuova" adını alır.
1086'da I. Süleymanşah'ın bölgeyi Selçuk Devleti'ne katmasıyla Türk egemenliği başlar. Bölge, bu devirde kervan yollarının Ege'ye açılan bir ihraç kapısı olmuştur. Ancak Selçuk Devleti'nin egemenliği 1. Haçlı Seferleri nedeniyle kısa sürdü ve yeniden Bizans'ın eline geçti. 1280'lerin sonunda Menteşeoğulları,1397-1402 arasında Osmanlıların egemenliğine girdi. 1402-1425 arası yeniden Aydınoğulları'nın eline geçtiyse de 1425'te Osmanlılar bölgeyi kesinlikle ele geçirir.
Kuşadası, 1413 yılında 1.Mehmet (Çelebi) tarafından Osmanlı egemenliğine katılmıştır. Bu tarihten sonra, şehir tamamen Türklerin elinde kalmış ve Türklerin yaptığı eserlerle dolmaya başlamıştır. Bunlardan bugünkü Kervansaray ve Kuşadası'nı çeviren surlar, Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Surlarla çevrili şehre o zaman ancak üç kapıdan girilebilmekteydi. Bu kapılardan bir tanesi, Barbaros Hayrettin Paşa Caddesi ile Kahramanlar Caddesini birbirinden ayırmakta ve üst kısmı bugün Şehiriçi Trafik Bölge Amirliği olarak kullanılmaktadır. Diğer kapılar bugün mevcut değildir.
Küçükada, Bizanslılar için önemli bir askeri üs görevini yapan önemli bir yerdi,1834 yılında büyük bir yenilenme görmüş ve ünlü kalesi yapılmıştır. "Kuşadası" adı bu kaleden gelmektedir.
Kuşadası, Kurtuluş Savaşı'nda 1919-1921 yılları arasında İtalya'nın, onların çekilmesiyle Yunanistan'ın işgaline girdi ve 7 Eylül 1922'de düşman işgalinden kurtuldu.
  • NEOPOLİS (Yılancı burnu): Güvercinada’nın biraz ilerisinde, denize uzanan ikinci bir yarımada halindedir. Antik Neopolis’in Kuşadası’nda ilk yerleşme yeri olduğu ve İonlar tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Görünürde birkaç duvar kalıntısı mevcuttur.
  • PANİONİON: Kuşadası’na bağlı Güzelçamlı sınırları içinde, Davutlar-Güzelçamlı yolu kenarında, yoldan birkaç yüz metre içeridedir. Tarihte İon Konfederasyonuna bağlı 12 İon şehrinin merkezidir. Ayinlerin ve törenlerin yapıldığı yer burasıdır.
  • PYGALE: Kuşadası’nın 3km. kadar kuzeyinde küçük bir yerleşim yeridir. Kuştur Tatil Köyünün yanındaki burun üzerinde bulunmaktadır. Agamemnon tarafından inşa edilmiştir. Dikkate değer bir kalıntıya rastlanmamaktadır.
  • KALEİÇİ CAMİİ: Çarşı içindedir. 1618 yılında Sadrazam Öküz Mehmet Paşa (ölümü 1619) tarafından yaptırılmıştır. Bu nedenle “Öküz Mehmet Paşa Camii” adı ile de anılmaktadır. 1830 yılında onarılmıştır. Son cemaat yeri ağaçtan yapılmıştır. Tek şerefeli minaresi sağdadır. Caminin giriş kapısının kanatları geometrik geçmeler ve sedef kakmalarla süslenmiştir. Camiyi 12 kenarlı ve 16 pencereli kasnak üzerine bir kubbe örtmektedir.
  • ÖKÜZ MEHMET PAŞA KERVANSARAYI: Kuşadası İskelesi yakınındadır. 1618 yılında Sadrazam Öküz Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1966 yılında restore edilmiştir. Deniz ticareti için yaptırılan bir Osmanlı Kalesi olup, yaklaşık 18,50*21,60m. ölçülerindeki avlunun etrafını, iki katlı revaklı bir kapalı mekan çevrelemektedir. Kuzeybatı ve Güneydoğudaki köşelerde, arka taraftan üst kata çıkılan iki merdiven vardır. Kervansarayın girişi kuzeydedir. 2.96m. enindeki mermer kapı boşluğu, basık bir kemerle örülmüştür. Kapının sadece bir görünümü vardır. Girişin sağ ve sol tarafında birer kemerle orta mekana bağlanan iki bölüm mevcuttur. Soldakinin, arkaya küçük bir kapı ile bağlandığına bakılarak, eşyaların içeri alındığı emanet bölümü olduğu saptanmıştır. Sağdaki girintinin ise Han’ın giriş ve çıkışını sağlayan görevlilerin yeri olduğu düşünülmüştür. Avlunun ortasında kazı ile açığa çıkartılan şadırvan, bugün havuz haline getirilmiştir.

23 Mayıs 2010 Pazar

MUĞLA- MİLAS

"Mynet Eksenim - Video - ajansaplus - Milas"
Milas Muğla ilinin üç büyük ilçesinden biri.
Karya uygarlığına ve Menteşe Beyliği'ne başkentlik yapmış ilçe merkezi ve yanıbaşında yer alan, tarihin pek çok döneminde Milas'ın müstahkem kalesi işlevi görmüş Beçin başta olmak üzere ilçede tarihleri çok derin ve köklü bir geçmişe uzanan pek çok yerleşim bulunmaktadır. Düzenli kent merkezi, antik kalıntıları, tarihi değeri bulunan eserleri ve evleri, canlı çarşısı, dünyaca ünlü Milas halıları ile turistik açıdan pek çok ilginç özelliği bulunan, ancak Bodrum'a giden yolcuların bazen kenarından geçerek gözden kaçırdığı bir yerdir. Günümüz Milas'ının yerleşiminin belkemiğini Yörük-Türkmenler oluşturmaktadır.

İsim ve etimoloji

Anadolu dillerinde yerleşim yerlerinin tipik bir soneki olan -asa, Milas'ın tarihi ismi Mylasa'da kendini gösterdiği için, kentin çok erken tarihlerde kurulmuş olduğuna işaret etmektedir. Bazı dilbilim araştırmacıları, Milas isminin ilk hecesi olan Mil- 'in Likyalıların kendileri için kullandığı isim olan Trmili 'de de zuhur ettiğine dikkat çekerek bu halkın Milet (Millawanda) yöresinden güneye sonradan Likya olarak bilinecek Teke Yarımadası'na göçleri döneminde kurulmuş olabileceğini ileri sürmektedirler. [1]. İsmin Sisifos'un ve Aeolus'un neslinden geldiği iddia edilen bir Mylasa'dan kaynaklanmış olabileceğine dair savlar ise mesnetsiz bulunmaktadır. [2]
Kent merkezi
Milas şehri, hükmettiği geniş ve verimli ova, ve sırtını dayadığı dağlardaki, günümüzde de işletilmeye devam eden, zengin mermer yatakları ile tarih boyunca avantajlı bir konumda olmuş, bulunduğu mevkiden sahil şeridine kolaylıkla erişilebilmesi de ilave bir şansını oluşturmuştur.
Milas kent merkezi içindeki en eski eser Hisarbaşı mahallesinde, Hisarbaşı tepesinin doğusunda bir podyum üzerine inşa edilmiş olan Karyalı Zeus (Zeus Karios) Tapınağıdır. Tapınağın Korent başlıklı tek sütunu hala ayaktadır.

Kentin eski surlarından bugüne ulaşan tek kalıntı ise, yörede Baltalıkapı olarak bilinen kapı kemeridir. Kapı M.Ö. 1. yüzyıla tarihlenmektedir. Kemerinin kilit taşı üzerindeki çift yüzlü balta motifinden dolayı yörede Baltalıkapı olarak anılmaktadır.
Kentteki bir başka antik çağ kalıntısı ise M.S. 2. yüzyılda inşa edilmiş ve çok iyi korunmuş bir mezar anıtı olan Gümüşkesen Anıtı dır. Dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen Halikarnas Mozolesi'nin daha küçük bir modelidir. Sodra Dağı eteklerinde Gümüşlük mahallesindeki mezar anıtı yüksek bir kaide ve basamaklı bir çatıdan oluşmaktadır.
Milas'ın doğusunda Milas ovasında uzanan iki katlı su kemerleri erken Bizans dönemine aittir. Kemerlerin inşaatında antik dönem mimari parçalar da kullanılmıştır.
Kent merkezindeki önemli mimari yapılar arasında aşağıdakiler sayılabilir:
Çöllüoğlu Hanı: 1719-1720 yıllarında yapılmıştır. Hisarbaşı mahallesindedir.

Milas Ulu Camii: Milas’ın en büyük camisidir. 1378’de Menteşe Beyliği döneminde yapılmıştır. Hoca Bedrettin mahallesindedir.

Belen Camii: Duvar örgüsü tuğla-taş karışımı olup, antik dönem eserlerinden yararlanılmıştır. 14. yüzyıla tarihlenen cami, Hisarbaşı mahallesinde, aynı adı taşıyan tepenin üstündedir.

Milas Ağa Camii: Hacı Abdi mahallesindedir.

Firuzbey Camii (Kurşunlu Cami olarak da anılır): Bölgenin yönetiminin Menteşe Beyliği'nden Osmanlı İmparatorluğu'na geçtiği dönemde inşa edilmiş mimari açıdan çok önemli bir eserdir. Osmanlı dönemine ait yapılar ise şunlardır. Firuzpaşa mahallesi ndedir.

Milas'ta ayrıca Osmanlı dönemi eseri olan iki köprü bulunmaktadır. Bunlardan biri kent merkezinden geçen Balovca deresi üzerindedir. İzmir yolundaki Sarıçay üzerindeki tarihi köprü ise acilen restorasyona ihtiyaç göstermektedir. Milas'a bağlı Selimiye beldesindeki Osmanlı dönemine ait iki eserden biri olan Abdülfettah Camii ise, hanı ve hamamı ile bir külliye görünümündedir.

Eski evler
Milas kent gezilerinin ana eksenini 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk yıllarında yapılan ve büyük bölümü restore edilerek kullanılmaya devam eden Milas evleridir. İki katlı avlulu evlere giriş avludan yapılır. Evlerin ahşap destekli çıkmaları sokağa taşar. Zemin katlar genellikle depo ve kiler olarak kullanılır. Mutfak,tuvalet,ahır avlunun bir köşesindedir. Avludan üst kata ahşap ya da mermer merdivenle çıkılır.
İlçe merkezinde Nedime Beler, Murat Menteşe, Selahattin Oğuz, Servet Akgün evleri olarak tanınan evler ise Cumhuriyet'in ilk döneminde Avrupa’dan gelen Macar ve İtalyan mimarların katkılarıyla yapılmıştır. Bu evler Milas evlerinden farklı olarak dışa açık olarak yapılmıştır. Mutfak ve tuvalet Avrupai tarzda yapı içindedir.
Milas'ta 1950'li yıllara kalan varlığını sürdürmüş bir Yahudi cemaati bulunduğunu da belirtmek gerekir. Sonradan İsrail'e göçen bu Milaslılar, anavatanlarına ziyaretlerini bugün de sürdürmektedirler.
Yakın çevresi
Beçin Kalesi: Menteşeoğulları Beyliği'nin idari başkentidir. Milas'a 5 km uzaklıktadır.Milas ovasına hakim bir plato üzerindeki Mutluca Beçin Köyü'ndeki Beçin kalesi Bizans yapısıdır. Kale Menteşe oğulları döneminde onarım görmüştür. Milas’ı merkez yapan Menteşe oğulları Beyliği, hükümet merkezini savunması kolay olduğu için Beçin'e taşımıştır. Kaledeki asıl yerleşim 200 metre yukarıdaki iç kale bölümündedir. Bu bölümde bir Bizans şapeli, Menteşe oğulları döneminden Kara paşa medresesi,türbe, Ahmet Gazi Medresesi, Orhan Bey Camii, hamam, Bey hamamı, Kızılhan, Yelli Camii ve medresesi günümüze ulaşan yapılar arasındadır.

Çomakdağ köyü: Tarihi evleri ve başta halıcılık olmak üzere geleneksel sanatları bütün canlılığıyla yaşatan bir köydür. Milas'a kısa bir mesafededir. Çomakdağ köyü Beşparmak dağlarına sırtını dayamışdır. Çomakdağ evleri, dünle bugünü ustaca kaynaştıran mimari üslup taşımaktadır. Taştan yapılmış evlerde bacalar estetik görünüşüyle ilgi çeker. Baca tepelerinde yer alan yarım ay ya da kartal başı şeklindeki figürlere rastlanır. Antik yapılardaki akroterlerden esinlenmiş bacalara başka yerde rastlamak mümkün değil. Kendi içine kapalı köy, gelenekleriyle yaşamaktadır. Düğünler 4 gün sürer. Dibekte buğday dövülür, ovalarda atış yapılır, en iyi atışı yapana oğlak hediye edilir, kadınlar kendi aralarında eğlenir, gelin alma ve duvak günü yapılır.

Labranda: Milas'ın kuzeyindeki Koca yayla'da (14 km) bulunan Labranda Türkiye'nin en iyi korunmuş antik kentlerinden biridir. Çam ve çınar ağaçları arasında,hemen her zaman tatlı bir esintiyle serinleyen havada çok güzel bir antik kenttir. Labranda antik çağda 8 metre genişliğindeki bir kutsal yolla Mylasa'ya bağlıydı. Yolun izlerini bugün de görmek mümkün. M.Ö. 5. yüzyılda kentte bir kutsal olduğu biliniyor. Güney ve güneydoğu’da bulunan iki giriş kapısı ayaktadır. Zeus Tapınağı, stoa, tapınağın güneyindeki büyük teras duvarı, kült yemeklerinin yendiği andron, saray olduğu sanılan büyük yapılar, teras evleri kalıntıları görülmektedir. Kazılarda ortaya çıkarılan Andron pencereli bir yapıdır ve Helen döneminde pencere kullanıldığı kanıtlanmaktadır. Kentte Roma Çağı kalıntıları da görülmektedir. Kutsal alanın 200 metre batısında arkası istinat duvarıyla sağlamlaştırılmış stadyum vardır. Kutsal alanda her yıl yapılan ve 5 gün süren şölenler sırasında stadyumun yarışlara sahne olduğu sanılıyor. Yarışların başlama ve bitiş taşları bugün de yerli yerinde. Labranda’ya çıkarken Kargıcak Köyü'ndeki kır lokantasında karnınızı doyurabilirsiniz. Saçta yapılan oğlak kavurması ile mis kokulu domatesle hazırlanan menemeni tavsiye ederiz.

Bafa Gölü: Söke ovası 2000 yıl kadar önce denizdi, burada büyük bir körfez vardı. Büyük Menderes ırmağının getirdiği alüvyonlar körfezi doldurdu ve ova haline getirdi. Bugünkü Bafa Gölü denizden bir parça olarak arada kaldı. Gölün üzerinde iki ada bulunuyor. İkiz adalardan biri aslında tam ada değil, bir kumulla karaya bağlı. Bafa Gölü’nde kefal, levrek, yılan balığı tutuluyor. Eskiden çok sazan tutulurmuş, fakat gölün suyu tuzlandığı için artık sazan kalmamış. Gölde gezmek isterseniz dolmuş usulü motorlara binebilirsiniz. Adalar, Kapıkırı köyündeki Heraklia antik kenti geziliyor. Göldeki adalarda manastırlar, kiliseler kurulmuş. Bunlardan "Yediler Manastırı" en eskisi. Gölün çevresi zeytinliklerle çevrili. Kıyıdaki lokantalarda da bütün yemekler zeytinyağı ile yapılıyor.

Euromos antik kenti: Selimiye beldesinde bulunmaktadır.

Iasos antik kenti: Güllük Körfezi kuzeyindeki Kıyıkışlacık köyü ile iç içe bulunan İasos antik kenti Milas sınırları içindeki diğer bir tarihi mekandır.

Tuzla Kuş Cenneti: Bodrum yolundan sapılarak varılan Boğaziçi (eski adıyla Bargylia) köyündedir.

Uyku Vadisi: Bodrum yolu üzerindeki Gökçeler köyündedir. Mağaralar bulunur.

Gökova Körfezi: Ören beldesi ve buradaki Keramos harabeleri, Ören'in ötesindeki Çökertme zeybeği ne adını vermiş enfes manzaralı Çökertme, Milas ilçesi içindeki ve ayrı maddelere konu olacak diğer turistik yerlerdir.






KOZYÖRÜK KASABASI

Kozyörük, Marmara bölgesinin Trakya kısmında yeralan küçük bir yerleşim yeridir. Tekirdağ ili, Malkara ilçesine bağlı olan belde, 2 mahalle, 5 cadde ve 40 sokaktan oluşmaktadır. Belde Malkara – Hayrabolu yolu üzerinde olup, güneyindeki Malkara’ya 18 km, kuzeyindeki Hayrabolu’ya 26 km, yönetsel olarak bağlı olduğu Tekirdağ iline de 78 km mesafededir. Halkın yaklaşık %70’i tarım ve hayvancılık ile uğraşmakta olup, kalan %30’u ise işletme sahibi, esnaf, işçi ve memurdur. Makinalı tarım oldukça yaygındır. Hayvancılık hem niteliksel hemde niceliksel olarak iyi bir potansiyele sahiptir. Tarım dışı istihdam imkanının düşük olması sebebi ile belde genç nüfusu göç etmekle birlikte, emekliler için cazip bir yerleşim yeridir ve bu yönde göç almaktadır. Gelir dağılımı genelde iyi düzeydedir. Evsahipliği oranı bir hayli yüksektir. Özel araba sahipliği %85 civarındadır. Okuma yazma oranı %99’larda, doğurganlık oranı %5’lerde olup, ortalama hane büyüklüğü 3,8 dir. Haftanın Cuma günleri pazar kurulan beldede güvenlik hizmeti Jandarma tarafından sağlanmaktadır.

TARİHÇE
Yerleşim yeri Orhan Gazinin oğlu Süleyman Paşa tarafından 1350’li yıllarda Osmanlı topraklarına katılmıştır. Osmanlı Türklerinin Rumeli’yi alma çabaları sırasında yararlılık gösteren yörüklere, tüm osmanlı padişahları toprak ve görev vererek Tekirdağ ve çevresine yerleşme imkanı sağlamışlardır. Tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte Üzeyir bey isimli bir yörüğün şuanki çiftlikdere bölgesinde bir çiftlik kurduğu bilinmektedir. Bu çiftliğin adı da Kozçiftliği olarak anılmaktadır. Daha sonraları gelen göçmenler ile yerleşim yeri genişlemiş, köy statüsüne kavuşarak Kozyörük adını almıştır. Fakat arazi yüzünden Üzeyir Bey ile göçmenlerin arası açılmıştır. Kozçiftliğinin sahibi yörük Üzeyir Bey baskılara dayanamayarak yöreyi terk etmiştir. Balkanlardan Kozyörük’e ilk göç, Hicri 1293, Miladi 1877-78 yıllarında Bulgaristan Khaskova’dan ( Bugünkü adıyla Hasköy’den ) olmuştur. Aynı tarihte gelen göçmenlerin bir kısmı Kırkavak ve Elçili bölgesine yerleşmişlerdir. Beldede, bu bölge halkıyla hala akrabalık bağını devam ettiren aileler vardır. Hicri 1293 yılında Osmanlı ile Rusya savaş halindedir. Bu savaş tarihi kaynaklarda 93 harbi olarak anılmaktadır. Bu dönemde gelen göçmenlere 93 Muhacırı denilmektedir. Kozyörük’e Hicri 1337, Miladi 1918 yıllarında Romanya’nın Tuçka iline bağlı Magurali ( Türkçe adıyla Agremit ) ve Köstence iline bağlı Koçuköy bölgelerinden de gelenler olmuştur. Bu tarihte gelenlerden hala hayatta olanlar vardır. En son 1933’lü yıllarda yeni Bulgaristandan göç edenler olmuştur. Beldeye birkaç aile dışında Anadoludan göçeden olmamıştır. Kozyörük, 1972 yılına kadar muhtarlıkla yönetilmiştir. 1972 yılında belediye teşkilatı kurularak belde statüsüne geçmiştir. Balkan ve Birinci dünya savaşı sırasında belde halkı özellikle Yunan ve Bulgar zulmünden çok çekmiştir. 13.11.1922’de düşman işgalinden kurtulan belde de her yıl 13 Kasım Kurtuluş Bayramı olarak kutlanmaktadır.

COĞRAFİ YAPI
Kozyörük’ün kuruluş yerinin yeryüzü şekilleri oldukça sadedir. Genelde yayla düzlüğü ve ovalık bir görünüme sahiptir. Tarım alanları dışında bitki örtüsüne özellik kazandıracak herhangi bir flora yoktur. 20 cm yüksekliğinde baharda yeşerip yazın kuruyan otlar bitki örtüsünü teşkil eder. Ayrıca meşe, gürgen ve kavak gibi ağaçlar hakimdir. Rakım oldukça düşüktür. Önemli ovası Dime çayırıdır. Önemli yükseltisi Kozyörük korusu adı verilen tepe ile Ceferan tepesi gösterilebilir. Arazinin tamamı tarıma elverişli olup, 22.000 dönümünde üretim yapılmakta 17.000 dönümü de mera olarak kullanılmaktadır. Kuzeyde Burçak deresi ve Dikyol deresinin birleşiminden doğan ve yerleşim yerini ikiye bölen Kozyörük deresi ile güneyinden geçen Kocadere olmak üzere iki akarsu vardır. Yağışlı mevsimlerde su seviyesi yükselmekle birlikte yazları her iki dere de kurur. İç Anadolu iklim tipi özelliklerini taşıyan yarı karasal iklim egemendir. Yazları sıcak ve kuru kışları soğuk ve yağışlıdır. Havalar ortalama yılın %38,8’i açık, %47,2’si bulutlu %22 si ise kapalı geçmektedir. Kuzey – Güney rüzgarları hakimdir. Kuzeyden esen karayel kışların aşırı soğuk olmasına, güneyden esen akyel ise yazların sıcak olmasına neden olmaktadır. Belde yerleşim yeri üçüncü derece deprem bölgesinde yeralır.

 

EKONOMİK YAPI
Beldenin ekonomik yapısı tarım ve hayvancılığa dayanmakla birlikte halkın %30’u diğer iş kollarında iştigal etmektedir. Tarımsal üretimin hemen hemen tamamı traktör ve iş makinaları ile yapılmaktadır. Kozyörük Çifçi Malları Koruma Başkanlığı’ndan alınan bilgiye göre yıllık ortalama 5.000 ton buğday, 3.000 ton ayçiçeği, 1.500 ton yem bitkisi ve 1.000 ton civarında da sebze üretilmektedir. Belde gerek besicilik gerekse süt üreticiği yönünden iyi bir potansiyele sahiptir. 3.000 adet büyükbaş, 2.500 adet küçükbaş hayvan ile günlük 13.000 litre süt üretimi gerçekleştirilmektedir. Beldede yaklaşık 150 kişinin istihdam edildiği konfeksiyon fabrikasının dışındaki diğer işletmelerde fazla istihdam imkanı yoktur.





FERHADANLI

FERHADANLI KÖYÜNÜN KURULUŞU:


Ferhadanlı köyünün ataları, Osmanlı İmparatorluğu zamanında Bulgaristan’ın Selvi

( Sevliova ) kazasına bağlı Dobromirka köyündeyaşıyordu. Padişah Birinci Murat zamanında Balkan ülkeleri fethedilince, alınan yerleri Türkleştirmek için Anadolu’dan, daha ziyade Karamanoğulları bölgesinde yaşayan Türkmen boylarından, aralarında anlaşmazlık bulunan bir taraf seçilip göç ettirilerek buralara yerleştirilmiştir. Ferhadanlı köyünün ataları, o yıllarda Bulgaristan’a yerleştirilen bu Türkmen boylarına mensuptur.

Atalarımız burada yaklaşık 500 sene, Bulgarlarla barış içinde yaşadı. Kimse kimsenin inancına, örf ve adetlerine karışmadı. Fakat Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasından sonra Bulgarlar, Rusların da kışkırtmaları ile Osmanlı Devleti’ne ve birlikte yaşadıkları Türk halkına karşı, her fırsatta düşmanca bir tavır sergilemeye başladı.

Osmanlı devletinin zayıf düştüğü yıllarda, 93 harbi denilen Osmanlı-Rus savaşı çıktı. 1877-1878 yıllarında, Plevne’de cereyan eden bu savaşta, Dobromirka da ateş çemberinin içinde kaldı. Meydana gelen çatışmalarda, Gazi Osman Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu, büyük kahramanlıklar gösterdi. Rus orduları, bir çok defa püskürtüldü. Fakat takviye kuvvet alamayan Osmanlı ordusu, sonunda düşman kuvvetleri tarafından kuşatıldı. Gazi Osman Paşa vuruldu ve teslim oldu. Plevne düştü. Bu yenilgiden sonra, Rus orduları Edirne’ye kadar ilerledi. Geride düşman işgali altında kalan savunmasız Türk halkı, Rus birlikleri ile Bulgarların büyük katliamına maruz kaldı. Yerlerini yurtlarını bırakıp göç etmeye başladı. Balkanlardan Türkiye’ye doğru uzanan bütün yollar göçmen kafileleri ile doldu. Bu kafilelerin çoğu, Rus birlikleri ve Bulgarlar tarafından yollarda imha edildi. Dobromirka halkı, bütün baskılara rağmen bu toplu göçlere katılmadı. Savaştan sonra yeni kurulan Bulgar Prensliği’nin sınırları içinde kalan köylerinde bir müddet daha yaşadı. Fakat sonradan Bulgarların zulmüne dayanamayarak mallarını ve mülklerini yok pahasına satıp öküz arabalarıyla Türkiye’ye doğru yola çıktılar. Yollarda, çapulcu Bulgar çetelerinden korunmaya çalışarak üç ay içinde Türkiye’ye ulaştılar. Rumi yıl 1300 ( Miladi 1884 )

Önce geçici olarak Beşiktepe’nin güney yamacındaki Kartaltepe’de 6 ay kaldılar. Burada oldukça şiddetli bir kış geçirdiler. Köyümüzün kurulduğu yer ile şu anda “Kiremitlik” veya “Çiftlikiçi” denilen tarım arazisi, miladi 1464 yılındaki Osmanlı tapu kayıtlarında, Fahreddinli Çiftliği olarak yer almaktadır. Bu müsellem çiftliği, Ferhadanlı köyü kurulurken, o günkü sahibi Ferhat Bey’in adı ile anılıyordu. Atalarımız, 60 hane olarak buraya gelmiş, sonradan 20 hanesi İstanbul’a göç etmiştir. Burada kalan 40 hane, aralarında para toplayıp çiftlikten köyün şimdiki yerini satın almış ve Dobromirka’nın yerleşim plânını uygulayarak buraya yerleşmişlerdir. Hayvancılığa çok önem verdikleri için, sığırlar rahat geçsin diye köyün üç ana yolu çok geniş tutulmuştur. Atalarımız ilk yıllarda, çiftliğin arazisini icarla işleyerek geçimlerini sağlamış, sonraları buralarını tamamen satın almışlardır.

Atalarımız, Ferhat Bey Çiftliği’nden satın aldıkları arazi üzerine kurdukları köyümüze, çiftliğin ve çiftlik sahibinin adına uygun olarak Ferhadanlı adını vermişlerdir.

Kaşıkçı, Kazandere, Veliköy, Velimeşe köyleri ile Balıkesir’in Kurtdere köyleri de aynı yöreden birlikte göç edip şimdiki yerlerine yerleşmişlerdir. Bu köyler arasında, akrabalık ilişkileri halen devam etmektedir.


DOBROMİRKA’NIN ÖYKÜSÜ:

Bulgarca’da: “Dobro, ” iyilik, “Mir,” barış anlamındadır. “Dobromirka”: İyilik, barış anlamında bir kadın adıdır.
Eski atalarımızdan bugünümüze gelen bir söylentiye göre:
Dobromirka isimli bir kadınının kocası, atalarımızın yaşadığı köyde öldürülmüş, kocasını çok seven bu kadının çektiği acılar karşısında bütün herkes çok üzülmüş, talihsiz kadının: “ Çektiğim çilelere karşılık köye benim adımı verin” vasiyeti üzerine, atalarımız köylerine “Dobromirka” adını vermiştir.


GELENEKLERİMİZ
SEDANKA:

Köy kadınlarının kendi aralarında yaptıkları eğlencelerdendir. Sedanka, Bulgarca’dan gelen bir kelimedir. Toplantı anlamındadır. Özellikle uzun kış gecelerinde komşu kadınlar ve kızlar bir evde toplanırlar. Kendi aralarında eğlenirler, sohbet ederler, çay demleyip içerler, mısır patlatırlar, oya, dantel gibi elişleri yaparlar. Çorap, çetik örerler.Yaptıkları işlerden birbirlerine örnekler verirler. Kızlar hemen her defasında nerede sedanka olacağını istedikler delikanlılara haber verirler. Delikanlılar da gelip giderken ve pencere aralıklarından onları gözetler. Bazen kadınlardan biri kızları göstermek için güya delikanlıların orada bulunduğundan haberi yokmuş gibi perdeleri açar. Delikanlılar da kızları serbestçe görürler.

HALALA:

Bayram geceleri on, on beş yaş arası erkek çocuklar köydeki bütün evleri gezerek para, mendil, ekmek, yiyecek toplarlar. Bu gezmeler sırasında çocuklar ev sahiplerini dışarıya çıkartmak için maniler söylerler. Ailenin özelliğine göre iyi dilekte bulunurlar. Örneğin: evlenecek yaşta erkek çocuğu olanlar için:

Dağda saban işlesin

Ovada koyun kışlasın

Hak Teâla size kara kaşlı kara gözlü gelincikler bağışlasın

Deylim deylim halalaaaa…

Diye dış kapıda bağırarak iyi niyette bulunurlar. Hediye vermeyen olursa yine maniler söyleyerek kızdırırlar. Aldıkları hediyeler bakkallara satılıp paraya çevrilir. Bir şeyler alınıp yenir, eğlenilir.

CEMAL :

Köylerde mahsul ekimi sonunda bol ve bereketli ürün dileğiyle tertiplenir. Köy gençleri pösteki ve minderlerle deve kılığına girerler. Bellerine ve diğer kısımlarına çanlar takarlar. Gizli olarak tertiplenen bu eğlence gece yapılır. Gençler Cemal”i bağrışa çağrışa dolaştırırlar. Her evden para veya buğday alırlar. Vermemekte ısrar edenleri o gece uyutmazlar. İki ayrı köy cemalleri karşılaşırsa kan akıtılması şarttır. Hacıköyü yakınında Tek höyük yanında iki cemalin karşılaştığı, bir kişinin öldüğü ve burada bir cemal mezarının bulunduğu rivayet edilir.

ADIM TURTASI :

Henüz adım atmaya başlayan çocuklar için yapılan bir adettir. Çocuk adım atmaya başladığı zaman ailede şekerli çörekler yapılır. Yapılan çöreklerin birinin içine para konur. Bu çörekler komşulara dağıtılır. İçine para konulan çörek kime çıkarsa o, çocuğa bir hediye alır. Adım turtası yapılmazsa çocuğun düzgün yürüyemeyeceğine inanılır.

MECİ: ( İMECE ):

Eskimiş bir adettir. Bir komşunun diğer komşularını yapağı ditmek, taramak, eğirmek mısır soymak, ayçiçeği ve mısır döğmek gibi işleri için yardıma çağırmasıdır. Topluluk halinde bu işler yapılır, sohbet edilir.. Ev sahibi meciye gelenlere kabak ve mısır pişirerek ikramlarda bulunur. Böylece hem eğlenilir, hem de komşular birbirleriyle yardımlaşmış olurlar.

KOLADA GECESİ:

Ocak ayının on birinci gecesidir. Kolada gecesi evde kabak, mısır pişirilir, mısır patlatılır. Büyükler o gece evden dışarı çıkanların sırtına karakonca biner diye çocukları korkutur. Bu gecede bir parça sap alınıp çocuklar üzerine oturtulur. Böyle yapılınca tavukların kuluçkaya yatacaklarına inanılır. Bulgaristan’dan gelme bir adettir.

KOPİRMA:
Hıdrellez akşamları ailenin bütün fertleri adına birer adet ısırgan otu yaprağı (kopirma) evin çatısı üzerine konur. Sabahleyin bakılır. Kime ait kopirma daha çok solmuşsa onun daha çabuk öleceğine inanılır.


--------------------------------------------------------------------------------


FERHADANLI KÖYÜNE ÖZGÜ YEMEKLER:


KESME MAKARNA (ERİŞTE)

Malzemeler : Un,süt,yumurta,tuz.

Yapılışı : Un, süt, yumurta ve tuz karıştırılarak yumuşak bir hamur elde edilir, hamur daha sonra kalın yufkalar halinde açılır, çarşaflar üzerinde bir süre (2-3 saat) bekletilerek açılan yufkaların üst üste konduğu zaman yapışmayacak kıvamda sertleşmesi sağlanır, sonra yufkalar iki parmak genişliğinde ince şeritler halinde kesilir. Kesilen bu şeritler ince ince kıyılarak iyice kurutulur.

Pişirilmesi : 1,5 litre su, iki avuç kesme makarna, 2 kaşık yağ, tuz (yağ isteğe göre tereyağ, sıvıyağ, margarin)

Su kaynatılır, tuzu atılır, kaynayan suyun içine makarnalar atılır, suyu çekene kadar kaynatılır,pişince üzerine yağ haşlanır.

KUSKUS

Malzemeler : Un, süt, yumurta, tuz, irmik veya bulgur.

Yapılışı : Süt, yumurta ve tuz karıştırılır. Ağaç tekneye bir miktar irmik veya bulgur konur. Bunun üzerine dökülerek (azar azar) karşılıklı iki kişi tarafından bir birlerine ters yönde ovdurularak unun irmik veya bulgura sarılması sağlanır. Yuvarlak taneler oluşana kadar ovarak karıştırma işlemi devam eder.

Pişirilmesi : İki avuç kuskus, 1,5 kg. su, tuz, 2 kaşık yağ (isteğe göre tereyağ, sıvı veya margarin) ; su kaynatılır, tuzu atılır. Kaynayan suyun içine kuskus atılır. Suyu çekene kadar kaynatılır. Pişince üzerine yağ haşlanır.
KAPAMA
Malzemeler : 5 bardak su, 2 bardak pirinç, yarım kg. et veya bir tavuk, tuz,

karabiber.

Yapılışı : Tavuk haşlanarak parçalanır. Pirinç çiğ veya kavrularak tepsiye konur. Üzerine parçalanmış etler dizilir. Haşlanan etin suyundan belirtilen miktarda dökülerek fırına atılır. Suyunu çekene kadar pişirilir. Fırından çıkınca üzerine karabiber serpilir.

LABADA AŞI

Malzemeler : Labada yaprağı, yağ, tuz, pirinç veya bulgur, salça,

kırmızı biber, su.

Yapılışı : Toplanan yapraklar yıkanarak doğranır. İki üç kaşık yağ ile kavrulur. Salça ve bir çay kaşığı toz biber ilave edilerek kavurma işlemine yapraklar sönene kadar devam edilir. Su ilave edilerek kaynamaya bırakılır. Su kaynamaya başlayınca pirinç ve tuzu ilave edilir. Suyu azalana kadar kaynatılır.
KUZU KULAĞI ÇORBASI

Malzemeler : Bir tutam kuzu kulağı, bir bardak yoğurt, bir yumurta,

tuz, biber.

Yapılışı : Kuzu kulakları doğranıp kavrulur. Tuzu biberi ilave edilir. Kavrulunca iki üç bardak su ilave edilir. Kaynatılır. Kaynamaya başlayınca yoğurt ve yumurta karıştırılıp içine ilave edilerek terbiye edilir.

KABARTMA

Ekmek yaparken bir ekmek hamuru ikiye, üçe bölünerek inceltilir. İnceltilen hamurların üzerine yumurta sarısı sürülerek kızgın fırına atılıp pişirilir.

AKITMA

Malzemeler : İstenilen miktarda un, kabartma tozu ve tuz.

Yapılışı : Su, un, kabartma tozu ve tuz karıştırılarak sulu bir hamur elde edilir. Hamur hazırlanırken bir yandan ise saç kızdırılır. Elde edilen sıkı hamur bu kızgın saç üzerine kaşık kaşık akıtılır. Akıtılan hamurlar altlı üstlü pişirilir.
KEŞKEK

Malzeme : 1 kg. kabuğu ayrılmış buğday, 100 gr. tereyağ, 1 kg. süt,

1 yemek kaşığı tuz, aldığı kadar su.

Yapılışı : Buğday ılık suya salınır. Buğday şişene kadar hafif ateşte kaynatılır. Gerekirse kıvamına gelene kadar su ilave edilir. Mevcut tereyağ ve süt ilave edilerek devamlı karıştırılır. Tuzu ilave edilir ve servise sunulur. Sos yapılarak (kırmızı biberli yağ) üzerine serpilir.
DÜĞÜN ÇORBASI

Malzemeler : 1 baş soğan, 3 yemek kaşığı sıvı yağ, 1 yemek kaşığı tuz, 250 gr. pirinç, 3 yumurta, 1 su bardağı süt, 2 su bardağı yoğurt, 1 tavuk göğsü.

Yapılışı : Soğan rendelenerek mevcut yağda kavrulur. Tavuk suyu ilave edilerek pirinç ile birlikte kaynatılır. Pirinç şişince süt ilave edilir ve 10 dakika daha kaynatılır. Yumurta ve yoğurt ile terbiye edilir. Et katılır. Servis yapılırken üzerine margarin veya tereyağ ve toz biber ile hazırlanan sos üzerine yayılır.

KAÇAMAK
Malzemeler : Mısır unu, su, tuz, yağ veya pekmez.

Yapılışı : Tencerenin yarısına kadar su koyulur. Su kaynamaya başladığında azar azar mısır unu ilave edilir. Bu arada ağaç kaşık veya oklava ile devamlı karıştırılır. Bu işlem koyulaşana kadar devam eder. Ateşten çıkarılıp kaplara (tabaklara) dökülür. Üzerine isteğe bağlı olarak kavrulmuş yağ veya pekmez dökülerek servis yapılır.

 


ANİ HARABELERİ- KARS

Kars İline 42 km uzaklıktaki Ocaklı Köyü sınırları içerisinde yer alan Anı Ören Yeri Türkiye – Ermenistan sınırını ayıran Arpaçay Nehrinin batı yakasında Türkiye sınırları içerisinde volkanik bir tüf tabakası üzerine kurulmuş bir ortaçağ şehridir. Ören yeri Anadoluya İpek Yolu üzerinden girişte ilk konaklama merkezi olduğundan aynı zamanda bir ticaret merkezidir. Antik kentin zenginliği de buradan gelmektedir. Ören yerinin en eski tarihi M.Ö. 5000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Tarih öncesi dönemde ören yerindeki yerleşim bostanlar deresi olarak bilinen vadideki volkanik oluşumlu mağaralardan oluşmuştur. Bu günkü ören yerini oluşturan iç kale M.S. 4. yy’da Kars Şehrine ismini veren Karsak’lılar tarafından yaptırılmıştır. Ören yerinin dış cephe surları Bagratlı Kralı Aşot tarafından M.S. 964 yılında yaptırılmaya başlanmış daha sonra Kral III. Sembat 978 yılında 2. takviye sur sistemini yaptırmış 1064 yılında Selçuklu Sultanı Alparslanın Ani’yi feth etmesinden sonra anı beyi olan Ebul Menucehr tarafından 1064 – 1072 arasında 3. sur sistemini yaptırmıştır. Kale surları deve tüyü ve siyah renkli tüf taşından yer yer iki ve üç sıra halinde Horasan Harcı ile yapılmıştır. Kurulduğu arazi üzerine uyumu sağlamak amacıyla ücgenimsi bir şekilde inşa edilen surların yedi giriş kapısı mevcut olup bu kapıların en önemlileri Aslanlı Kapı, Kars Kapısı, Sarnıçlı Kapılardır. Şehrin surları uzun kuşatmalara dayanıklı hale getirmek için surlar arasına yapılan destekleme kuleleri aynı zamanda erzak ve tahıl deposu olarak kullanılmıştır. Arazinin eğimine göre yer yer beş mt. Yüksekliğe kadar oluşan surların dış cephelerinde Haç Motivleri, Aslan ve yılan kabartmalı rölyefler, çini süslemeler mevcuttur. Ören yerinin ana giriş kapısı olan aslanlı kapı iki büyük giriş kapısından oluşmaktadır. Aslanlı kapının bulunduğu surların Doğu yanındaki burç üzerinde Selçuklu Sultanı Alparslanın şehri 1064 yılında feth etmesini belgeleyen dört satırlık Kufi İslami Kitabe mevcuttur.

 

 
ANI ÖRENYERİ GİRİŞİNDE DE BULUNAN

 
ANTİK KENTİN TARİHİ GELİŞİM

  
Anı Harabelerinde ilk yerleşme M.Ö. 5000-3000 yıllarında Kalkolitik Çağda başlar.

 
  • M.Ö. 3000 - 2000 Eski Tunç Devri yerleşmesi  
  • M.Ö. 2000'de Demir Çağında Hurri yerleşmesi  
  • M.Ö. 900-700 yılları arasında Urartu Devleti yerleşmesi,  
  • M.Ö. 650 yıllarında Kimmeri Hakimiyeti,  
  • M.Ö. 626-149 Saka Türkleri (İskit) hakimiyeti  
  • M.Ö. 350-300 yıllarında şehir eski Oğuz Boylarından Arsaklıların Kamsarakan soyundan Karampart tarafından yeniden kurulmuştur.
  • M.S. 430-646 yılları arasında Sassani Hakimiyeti,
  • M.S. 646 yılında Halife Hz. Ömer devrinde Anı ve çevresi arapların eline geçmiştir.
  • M.S. 732 yılında Bağratlı Beyliği egemenliğine geçmiştir.
  • M.S. 966 yılında Bağratlı III Aşot tarafından şehir surları yaptırılarak Anı Krallık Merkezi olmuştur.
  • M.S. 1045 yılında şehir Bizanslıların eline geçmiştir.
  • M.S. 1064 yılında Selçuklu Sultanı Alparslan tarafından şehir alınarak Şeddat Oğulları Beyliğine verilmiştir.  
  • M.S. 1199 yılında Anı Gürcü Atabeylerin eline geçmiştir.
  • M.S. 1226 yılında Harzemşah Devletine tabi olmuştur.
  • M.S. 1235 yılında Moğol İstilasına uğrayarak şehir tahrip edilmiş ve sonra eyalet merkezi olmuştur.
  • M.S. 1339 - 1344 yılları arasında İlhanlılar egemenliğine geçmiştir.
  • M.S. 1406-1467 yılları arasında Karakoyunlu Devleti hakimiyeti altına girmiştir.
  • M.S. 1467 - 1516 Akkoyunlular Devleti Hakimiyeti,  
  • M.S. 1516 - 1534 yılları arasında Afşar Türkleri hakimiyeti,
  • M.S. 1534 yılında Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılmıştır.  
  • M.S. 1878 yılında Ruslar tarafından istila ile 40 yıl Anavatandan ayrı kalmıştır.
  • MS. 1921 yılında İstiklal Harbi sırasında Ruslardan geri alınmıştır.

 

 

 

 

VAN GÖLÜ

Van Gölü veya yöresel adıyla Van Denizi, Tatvan ilçesi sınırları içerisinde bulunan Nemrut volkanik dağının patlaması sonucu oluşan kraterde biriken suların oluşturduğu varsayılan volkanik bir göldür.
Çok sayıda koyu bulunan Van Gölü'nün yüzölçümü 3.713 km²'dir. Van Gölü hem tatlısu hem de deniz ekosistemlerinden farklı bir sucul ekosistemdir. Suları tuzlu ve sodalıdır. Göl suyu tuzluluk oranı %o19, pH'sı ise 9.8 dir. Göl su seviyesi iklime bağlı olarak yükselip, düşmektedir. Ancak ortalama olarak denizden yüksekliği 1646 metredir. Gölün ortalama derinliği 171 m, en derin yeri ise, 451 metredir. Gölün doğu bölümünde dört ada vardır. Bunlar; Akdamar, Çarpanak, Adır ve Kuş adalarıdır. Adalar tarihi ve turistik özelliğe sahiptir ve 1990 yılında Arkeolojik Sit Alanı ilan edilmişlerdir.
Van Gölü dünyanın en büyük sodalı gölüdür ayrıca Türkiye'de bulunan en büyük göldür. Gölün tuzlu-sodalı suları, biyolojik çeşitliliği sınırlamaktadır. Gölde bilinen 103 tür fitoplankton, 36 tür zooplankton ve tek bir tür balık inci kefalı, (Chalcalburnus tarichi) yaşamaktadır. Göl etrafı karadan 430 km.'dir. Yöre halkına göre gölde bir canavar yaşamaktadır. Söylentiyi çıkaranların amaçlarının bölgeye turist çekmek olduğu söylense de, söylentileri araştırmak amacıyla bölgede pek çok bilimsel araştırma ekibi çalışmalar yapmıştır. İstanbul-Tahran demiryolu hatlarını da bağlamaktadır. Türkiye ve İran'a bağlanan demir yolu 1970 lerde yapılmıştır.

Gölün Oluşumu

Van Gölü Doğu Toros ve Aladağların arasında kalan tektonik oluşumun batı kısmında bulunmaktadır. Gölün batısında ve kuzeybatısında birkaç sönmüş volkan vardır.Süphan Dağı ve Nemrut Dağı bu sönmüş volkanların birkaçıdır. Yaklaşık 200 bin yıl önce, Buzul Çağın ortalarında, Nemrut Dağından akan lavlar uzunluğu 60 km'yi aşan bir akım oluşturmuş. Bu akım Van Çukuru ile Muş Çukuru arasındaki su akımını engelleyince göl oluşmuştur. Günümüzdeki araştırmalarda Doğu Toros dağlarının erozyona uğraması sonucu Van Gölü'ndeki suların Dicle'ye dökülüp, gölün küçüleceği ya da yok olacağı düşünülmektedir.

Tarihçe

Eski Yunan coğrafyacıları tarafından Thospitis Lacus ya da Arsissa Lacus olarak anılan Van Gölü'nün modern zamanlardaki ismi, sınırlarına dahil olduğu Van ilinden gelmektedir. Urartu Krallığının başkenti, Milattan önce 10. ve 8. yüzyıllar arasında, gölün doğu kıyılarında kurulmuştur. Van Gölü sahilleri boyunca ve pekçok adalarında Ermeni Klisesi ve manastır kalıntıları bulunabilir. En iyi korunanı onuncu yüzyıldaki Kutsal Haç Klisesidir. Akdamar Adası'ında yer alır. Kral Gagik Artzruni tarafından 915 ve 921 yılları arasında inşa edilmiştir.Dış duvarlardaki rölyefler kutsal kitaba ait Adam and Eve (Adem ve Havva),Jonah and the whale (Yunus ve Balina),David Davud ve Goliath (Golyat) gibi hikâyeler sunar. Diğer önemli tarihsel anıt gölün goğu kıyısındaki Van Kalesidir. Modern Van şehri bu kalenin doğusunda yer alır. Yüz ölçümü3.713 km2’dir. Denizden yüksekliği 1.646m derinliği ise 457m‘yi aşmaktadır. Gölün doğusunda Akdamar, Çarpanak, Adır ve Kuş adaları bulunmaktadır. Bu adalar turistlik özelliğe sahiptir. Sit alanı olarak ilan edilmiştir. Suyu sodalı ve tuzludur. Aynı zamanda dünyanın en çok soda içeren gölüdür.[kaynak belirtilmeli] Van gölü kıyısındaki iklim diğer yerlere göre daha yumuşaktır.

İZMİR-KARŞIYAKA

Coğrafi Konumu
Karşıyaka İlçesi, İzmir Körfezi'nin kuzeyinde 84 kilometrelik bir alanda kurulmuştur. Yamanlar Dağ Grubu'nun güney yamaçlarını da içine alan Karşıyaka'nın doğusunda Bornova, batısında Çiğli ve kuzeyinde Menemen bulunmaktadır. Denizden yüksekliği 1- 700 metre arasında değişmektedir. Bostanlı, Alaybey, Nergis gibi semtler ovada, Bayraklı, Gümüşpala ve Yamanlar gibi semtler ise yamaç arazilerde kurulmuştur. İlçe 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan işgaline uğramıştır.9 Eylül 1922'de ise Albay Suphi Kula komutasındaki 14. Süvari Tümeni tarafından işgal kaldırılmıştır.


Sektörel Yapısı

Karşıyaka kuruluşundan bu yana hiçbir dönem sanayi şehri olarak düşünülmemiştir. Gediz Nehri 1870'li yıllara kadar Karşıyaka'dan denize dökülüyordu. Anılan yıllarda nehrin yatağı değiştirilince hem körfezin dolmasının önüne geçilmiş hem de ilçe yerleşime açılmıştır.
1876 yılında demiryolu hattının gelmesiyleyamaçlarda yaşayanlar demiryolunun sağ ve soluna yerleşmiştir. 1890 yılında ise vapur seferlerinin başlaması ikinci nüfus hareketini başlatmıştır.


Tarım
Karşıyaka'nın toplam tarım alanı 446 hektardır. Tarım arazisinin % 38.1'i zeytin alanı olarak kullanılmaktadır. Tarıma elverişli boş alanın tarım arazisine oranı % 50.9'dur. Toplam tarım alanın 39 hektarı halk tarafından sulanmaktadır. İlçede devlet sulaması yapılmamaktadır.
Tarımsal işletme büyüklüklerinde ise sayıları az olmasına rağmen küçük işletmelerin hakim olduğu görülmektedir.
Karşıyaka'da üretilen tüm sebze miktarının hemen hemen yarısını domates oluşturmaktadır. İlçede meyve üretimi de yapılmaktadır. Meyve ağaçları sayısı bakımından çoğunlukla armut, erik ve mandalina ağaçları oluşturmaktadır. Üretim miktarı açısından ise mandalin ilk sırada yer almakta, onu erik takip etmektedir. İlçe köylerinde hayvancılık yapılmaktadır. Özellikle küçükbaş hayvancılık yaygındır. İlçede üretilen hayvansal ürünlerin en önemli kısmını süt oluşturmaktadır. İlçedeki 2 köyde 1618 adet yeni tip kovanda bal üretimi yapılmaktadır.

Ticaret ve Sanayii
Karşıyaka İlçesi'nde yerleşim ve ekonomik faaliyetler 19. yy'lın ikinci yarısından sonra başlamıştır. Daha önceleri tarla ve bahçe ziraatı yapılan ilçede, ticaret ve sanayii 20. asrın ikinci yarısından sonra başlamıştır. Bugünkü özelliği ile Karşıyaka bir yerleşim birimi özelliği taşımaktadır. Ancak son yıllarda çevre ilçelerden alışveriş amacıyla gelen müşteri potansiyelinin artması ticari potansiyeli de harekete geçirmiş Karşıyaka Çarşısı, il merkezindeki diğer çarşılara alternatif çarşı olma özelliğini almıştır. İlçede; makarna bitkisel yağ, gemi inşa ve onarımı, ekmek imali ve satışı, tekstil ile et, süt ve un pazarlaması yapan birer sanayi kuruluşu bulunmaktadır.
Çağımızdaki en dinamik işletmelerin küçük ve orta ölçekli işletmeler olduğu göz önüne alınacak olursa ilçede bu vasıfta çok sayıda işletme bulunmaktadır.


Turizm
Tarihinin çok eski olması nedeniyle Karşıyaka, turizm sektöründe de potansiyel taşımaktadır. Bayraklı'daki 5000 yıllık Tepekule (Smyrna) harabeleri ile Tantalos mezarı önemli tarihi kalıntılardır.Ulu Önder Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın mezarının Karşıyaka'da bulunması ilçenin önemini daha da arttırmaktadır.


Eğitim

Türk Edebiyatına Attila İlhan, Salah Birsel ve Tarık Dursun K. gibi birçok ünlü yazar armağan eden Karşıyaka'da birçok anaokulu, 65 ilköğretim okulu, 20 lise, 1 eğitim uygulama okulu, 1 halk eğitim merkezi ve akşam sanat okulu mevcuttur. Ayrıca Karşıyaka İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne bağlı öğretmenevi, öğretmenler lokali, sağlık eğitim merkezi, rehberlik ve araştırma merkezi vardır.

Sağlık

İlçede koruyucu sağlık hizmetleri; 18 sağlık ocağı, 3 aile planlaması ve ana çocuk sağlığı merkezi ve 1 Verem Savaş Dispanseri aracılığı ile sağlanmaktadır.Bunun dışında birçok özel sağlık poliklinikleri, tıbbi labaratuvarlar bulunmaktadır. Ayrıca 250 yataklı Karşıyaka Devlet Hastanesi , 1 diyabet merkezi, 1 diş ve protez tedavi merkezi, 1 halk sağlığı labaratuvarı, 1 SSK dispanseri, 1 milli eğitim dispanseri,
1 jandarma dispanseri, 2 Kızılay dispanseri, 1 DEÜ Tıp Fakültesi Polikliniği, 1 Başkent Üniversitesi Zübeyde Hanım Hastanesi ve 1 Bayraklı Central Hospital hizmet vermektedir. İlçede yaklaşık 240 civarında eczane faaliyet göstermektedir.Ayrıca Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü'ne bağlı kimsesiz ve bakıma muhtaç çocuklara hizmet veren 1 çocuk yuvası, aile danışma merkezi bulunmaktadır. 
 
Ulaşım ve İletişim
Yurdumuzun tüm bölgelerine açılan E-5 Karayolu ile, 1865 yılında inşa edilen demiryolu ilçeyi boydan boya kat etmektedir. Karşıyaka İlçesi'nden; Konak, Alsancak, Pasaport Göztepe'ye vapur, Üçkuyular'a ise arabalı vapur seferleri yapılmaktadır.
Karşıyaka, Bostanlı ve Bayraklı'da birer iskele mevcuttur.İlçede şehirlerarası sefer yapan tüm otobüs firmalarının bilet satış ofisleri bulunmaktadır.
Ayrıca, tarihi eserlerin açıkhavada sergilendiği Bostanlı Güzel Sanatlar Parkı Arkeoloji Müzesi ilçeye farklı bir hava katmaktadır.

Atatürk ve Zübeyde Hanım
ZÜBEYDE HANIM KABRİ VE PARKI
Ulu önder M. Kemal Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın kabri Karşıyaka'dadır. İstasyondan Soğukkuyu tarafına giden Zübeyde Hanım caddesi üzerindeki bir parkta her daim ziyarete açıktır. Kabir, Ferik Osman Paşa Camii avlusu içindedir. Mezarın mevcut şekli bizzat Atatürk tarafından belirlenmiştir. Mezar anıt şeklinde olup, 1940 yılında İzmir Belediyesi tarafından yaptırılmıştır.


Zübeyde Hanım, son günlerini Uşakizade ailesine ait olan ve günümüzde Latife Hanım Köşkü olarak bilinen köşkte geçirmiştir ve 14 Ocak 1923 günü de bu köşkte vefat etmiştir. 1922 yılının Aralık ayı ortalarında Gazi'nin annesi Zübeyde Hanım doktorların tavsiyesi üzerine, Karşıyaka'ya tren yolu ile getirilmiş ve bir hasır koltuğa yerleştirilerek kucaklarda Uşakizade ailesinin istasyon arkasındaki bu köşküne taşınmıştır. Büyük ihtimamla bakılan Zübeyde Hanım'a bu dönemde en yakın kişi Latife Hanım olmuştur.

Zübeyde Hanım Parkı, belediyemiz tarafından 2005 yılı içerisinde bakıma alınmıştır. Ülkemizin kurucusu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın kabrinin bulunduğu park birinci derece sit kapsamında olması nedeniyle gerekli yerlerden izinler alındıktan sonra çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Bitki örtüsü, aydınlatma, kabir etrafının genişletilmesi, resmi tören yerinin yeniden şekillenmesi, çocuk parkındaki ünitelerin yenilenmesi, kabrin yakınında bulunan Cami'ye ait tuvaletlerin kaldırılması bu çalışma programı içerisinde tamamlanmıştır. Parka ailelerin daha çok gelmesini sağlamak için havuz üzerine çay bahçesi de gerçekleştirilmiştir. Parkta 24 saat güvenlik söz konusudur.







ZÜBEYDE HANIM
Zübeyde Hanım 1857 yılında Selanik'te doğdu. Orta Anadolu'dan göç ederek, Selanik'in batısında Arnavutluk sınırına yerleştirilen yörüklerden, Hacı Sofi ailesinden Feyzullah Ağanın kızıdır. Selanik'te Gümrük Muhafaza Teşkilatında memur olan Ali Rıza Efendi ile evliliğinden beş çocuk sahibi oldu. Fatma ve Ömer'i daha küçükken kaybetti. 1888 yılında Mustafa ilkokuldayken kocasını da kaybeden Zübeyde Hanım, zaman zaman çocukları ile birlikte kardeşi Hüseyin Ağa'nın çiftliğine giderdi. Bu sırada, Atatürk'ün ifadesiyle; iyi kalpli bir insan olan Ragıp Bey'le evlendi. Kızlarından Naciye de çok yaşamadı.



Balkan harbinden sonra, birçok Türk ailesi gibi, kızı Makbule ile birlikte Selanik'ten göç etti ve İstanbul'a gelerek Beşiktaş-Akaretler'de bir eve yerleşti. Milli Mücadele yıllarında Ankara'ya gelen Zübeyde Hanım, 1919'da ayrılmak zorunda kaldığı oğlunu, yıllar sonra Ankara'da Devlet Başkanı olarak gördü. 14 Ocak 1923'te tedavi amacıyla gittiği İzmir'de 66 yaşında vefat etti.



Not: siyah beyaz fotoğraflarda Gazi M. Kemal annesi Zübeyde Hanım'ın kabrini ziyaret ederken

21 Mayıs 2010 Cuma

BEYOĞLU

Beyoğlu, İstanbul'un Avrupa yakasında bulunan ilçelerinden biridir. Kuzeyi Şişli, Beşiktaş ve Kağıthane ilçeleriyle çevrili, diğer yönlerden Haliç'e ve Boğaziçi'ne dayanan 8,76 kilometrekarelik bir alandır. Köy yerleşimi olmayan ilçe 45 mahalleden oluşmaktadır.


 TARİHİ
Beyoğlu, Galata'dan gelen hristiyanlarla yabancıların, elçilikler dolaylarına ve o zamanlar "Grand Rue de Pera" denilen İstiklal Caddesi boyunca yerleşmesiyle Avrupa kenti görünümünde bir yerleşme olarak ortaya çıktı.


Böylece, İstanbul içinde farklı bir topluluk 17. yüzyılda gelişmeye başladı. İlk önceleri, Fransız ve Venedik elçilikleri ile onların çevresinde yerleşmiş Fransisken misyonerleri yerleşmenin çekirdeğini oluşturuyordu. 17. yüzyılın başlarında Galata'yı gösteren bir gravürde surların dışında çok az bina gözükmektedir.
1700'de Beyoğlu, bugünkü Tünel-Galatasaray caddesinin iki tarafı ile, bu caddenin yan sokaklarına yayılmıştı. Dörtyol, merkez olmak üzere Beyoğlu gelişmişti. Batısında mezarlıklar ve doğusunda ise elçilikler vardı. 18. yüzyılda yavaş yavaş Avrupa etkisi artmıştır. 18. yüzyıl sonunda, İstiklal Caddesi'nde, yapıların tamamı taş veya tuğla, ya da alt katları taş ve üstleri ahşaptır.


Fotomozaik. Beyoğlu'nun tanınan simalarından biri.18. yüzyılın sonunda İstanbul'a gelen Dallaway, Beyoğlu'nu Galata'nın yazlığı olarak tanımlıyor, yolların düzensiz olduğunu belirtiyor ve bu bölgede Fransız, İngiliz, Hollanda, Venedik, Rusya, İsveç, İspanya, Prusya ve Napolili diplomatların kışlık malikanelerinin bulunduğunu yazmıştır.
Beyoğlu, genel olarak 19. yüzyılda gelişmiştir. Bu gelişmenin nedeni, bu döneme Osmanlı dış ticaretinin daha önceki dönemlerde görülmemiş boyutlarda büyümesi ve ulaşımın gelişmiş olmasıdır. 19. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu'nun dünya kapitalist sistemi ile bütünleşmesi sonucu, Beyoğlu uluslararası bir ticaret merkezi olmuştur. 19. yüzyılın başında, Beyoğlu, bahçeli evleriyle hala bir banliyö görünümünde idi. Bu yüzyılın ilk yarısında, Beyoğlu ve çevresi henüz tam olarak kentleşmemişti. İkinci yarısında ise Galatasaray ile Taksim arası gelişti. Beyoğlu, artık kapitülasyonların koruması altındaki yabancıların, tüccarların, bankerlerin, armatörlerin ve kozmopolit bir çevreye yerleşmek isteyen zenginlerin Paris modasını taklit ederek yaşadıkları bir yer olmuştur. Yüzyılın sonunda, burada, Paris'in en ünlü sahne oyunlarını aynı zamanda gösteren üç tiyatro vardı. Bu tarihte, modern toplumun gereksinim duyduğu tramvay, gaz, su gibi altyapı hizmetleri sağlanmıştı. Bu kuruluşların işletme ayrıcalıkları çok uzun süreli sözleşmelerle yabancılara ya da azınlık mensuplarına verilmişti. Bu dönemdeki hızlı yapılaşma, Batı'daki örneklerden etkilenmekle birlikte Osmanlı etkisinde de kalmıştır
20. yüzyılda Beyoğlu'nda Galatasaray ile Taksim arası önem kazandı. Bu alanda hala bahçeli konakların bulunması ve bunların apartmana dönüşmesi olanağı, buranın gelişmesini sağlamıştır. Ayrıca 1913'de ilk elektirikli tramvayın Beyoğlu'nu Şişli'ye bağlaması Galatasaray-Taksim arasını, Tünel-Galatasaray arasına göre daha merkezi bir duruma getirmiş, Beyoğlu'nun en kolay ulaşılabilir ve gözde yeri yapmıştır. Bu dönemde Beyoğlu'nun çevresindeki semtlerde çağdaş binalar yapılmış ve yeni semtler gelişmiştir. 20. Yüzyılın başlarında Beyoğlu'nda da yapılan apartmanların cephelerinde Art Nouveau üslubu uygulanmıştır. Cumhuriyet Dönemi'nde 1950'lere kadar yabancılardan ve onlar için çalışan azınlıklardan boşalan yerlere, yeni yetişen Türk iş adamları ve Beyoğlu yakasını kentin en çağdaş semti bilen aydın Türkler ilgi gösteriyorlardı. Sinema ve tiyatroları, lokanta ve pastaneleri, sanat galerileri ve lüks mağzalarıyla hala kentin en seçkin semti idi. 1950'lerden sonra, kırsal göç ve hızlı kentleşme sonucu İstanbul'un aşırı büyümesi, yeni semtlerin gelişmesi, eğlence kuruluşlarının, ticaretin ve zengin ailelerin bu yeni gelişen çağdaş alt merkezlere dağılımı ve toplumun kültürel değişimi Beyoğlu'na olan ilgiyi azalttı. Hala bazı lüks mağazaların İstiklal Caddesi'ni terketmeyişi ve yoğun bir trafik akışı üzerinde oluşu eski kültürel düzeyinde olmasa bile Beyoğlu'nun canlılığını korumasını sağlamaktadır. Bununla birlikte, pek çok bina boş durmakta ya da atölye olarak kullanılmaktadır. Bu özellikler Beyoğlu'nda yavaş yavaş çöküntü alanının ilerlediğini göstermektedir.


Beyoğlu, ilk önceleri bir diplomasi merkezi olarak gelişmiş, fakat daha sonraları yabancı ticaretinin, ekonomik kontrolünün artması ve burada yoğunlaşması sonucu İstanbul'un ticaret merkezi durumuna dönüşmüştür. Ticaretin yanı sıra eğlence, kültür kuruluşlarının da burada yer alması ve konumu, bütün İstanbul'un odak noktası olmasını sağlamıştır.







Beyoğlu'ndaki önemli yapı ve yerler


Ağa Camii


İstiklal Caddesi'nde yer alan cami, 1597 yılında İsmail Ağa tarafından yaptırılır. Caminin kuşak yazıları, Hattat Halim Özyazıcıya aittir. Çinileri yakın zamanlardaki onarımlarda değiştirilmiş. İç avluları yeşil-mavi Kütahya çinileriyle süslü.. İstanbul’da nadiren kalmış yeşil alanları yapılaşmaya açan Büyükşehir Belediyesi Haliç kıyılarında bugüne kadar korunabilen tarihî bir alana daha “özel imar izni” verdi. Beyoğlu İlçesi, Sütlüce Mahallesi, Dutluk Karaağaç Mevkii’ndeki eski 1929, yeni 3257 ve 3258 No’lu parsellerde tarihî Karaağaç Tekkesi’nin bulunduğu arazinin alt parseli, özel izinle imara açıldı.







Karaağaç Tekkesi
Haliç,Sütlüce da III. Sultan Mustafa (1757-1774) devrinde yapılan Karaağaç Tekkesi, Bektaşi tekkelerinin en önemlilerinden biri olarak biliniyor. 1826 yalında II. Mahmut tarafından “Yeniçeri Ordusu”nun lağvedilmesi ile birlikte diğer Bektaşi tekkeleri gibi kapatılan Karaağaç Tekkesi, Abdülaziz döneminde (1861-1876) “Hasip Baba” tarafından yeniden faaliyete geçirilmiş ancak Cumhuriyet döneminde tekke ve zaviyelerin kapatılmasını öngören kanun gereği ikinci kez kapatılmıştı. Osmanlı arşivlerindeki kayıtlarda ise tekkenin II. Beyazıt Vakfiyesi’ne bağlı olduğu ve 16. yüzyılın başlarından itibaren faaliyette olduğu belirtiliyor. Bu durumda tekkenin 500 yıllık bir geçmişi olduğu ortaya çıkıyor.


Atatürk Kültür Merkezi


1946 yılında dönemin İstanbul valisi Lütfü Kırdar tarafından temeli atılan bina, açılışından 585 gün sonra yanmış. Bugün gördüğümüz bina ise 6 Ekim 1978 tarihinde halka açılmış.





Cihangir
Taksim Sıraselviler Caddesi'nin bitiminde bulunan bu semt adını bir Osmanlı Sultanı'nın genç yaşta ölen şehzadesinden alıyor. Oğlunun anısına Topkapı Sarayı'nın tam karşısındaki tepelere bir cami yaptıran bu padişah yıllar sonra kedileri, kafeleri ve sıcakkanlı mukimleri ve esnafı ile nam salacak bu şirin semte bilmeden adını veriyor.








Cumhuriyet Anıtı



Taksim Meydanı'nda yer alan anıt, renkli porfirden yapılmıştır. Alan düzenlemesi ve kaidesi Mimar Moniceri'nin eseri, Anıt ise, İtalyan Heykeltraşı Pietro Canonica'nın çalışmasıdır. 8 Ağustos 1928'de açıldı.












Çiçek Pasaji
1874-76 seneler arasında Cité de Pera adlı işhan olarak inşa edildi. Beyoğlu'nun, hatta İstanbul'un mutlaka uğranılması gereken mekanlarından. Yanyana dizilmiş lokanta, barlarıyla turistlerin olduğu kadar bizzat İstanbullular'ın da ilgisini esirgemediği bir yer Çiçek Pasajı. Yemek yerken sokak çalgıcılarını veya yan restorandaki fasıl heyetini dinleme şansına sahipsiniz.Zengin dekoru, geçmişe götüren havasıyla görülmeyi hakediyor...











GALATA KULESİ
Galata surlarının kulesi olarak, 1348'de Cenevizliler tarafından yaptırılır. 1509 depreminde surları yıkılan kulenin sadece kendisi kalmış. Osmanlı devrinde çeşitli amaçlarla kullanılan kule, 16. yüzyılda Kasımpaşa Tersanesi'nde çalışan tutsakların zindanıymış, 18. yüzyılda da yangın gözetleme yeri. 1794'teki yangında tümüyle yanan kule daha sonra dört yana çıkıntılı pencereli bir kat yapılıp üzeri de külahla örtülür. 61 metre yüksekliğinde olan kule, bodrumuyla birlikte 12 katlı. Cenevizliler döneminde kulenin tepesinde bir haç vardı. Günümüzde ise, 6.75 m. yüksekliğinde bir alem duruyor. 1964'ten sonra onarılarak turistik bir yer haline getirildi.


Galatasaray Lisesi


Galatasaray Lisesi, 1481' den beri aynı yerinde bulunmakta olup en eski eğitim kurumudur. Bulunduğu semte Galatasaray(Galata Sarayı) denmiştir.